Vizemizi son günde ancak alabildiğimiz maceralı bir gidiş oldu bu sefer. Bir ay önce Paris'e gitmek için aldığımız vizenin son günlerini değerlendirmek için Barcelona'ya gitme kararı aldık. Uygun fiyatlı bir de bilet bulunca hemen atladık ancak vizemizin bitiş tarihini yanlış hatırlamamız bize kötü bir süpriz oldu. Neyse ki yeterli zaman olduğu için hemen yeni bir vize başvurusu yaptık. İspanya vizesi için başvuru belgelerini verdiğimizde henüz gidiş için 15 günümüz vardı ancak erasmus dönemi nedeni ile yaşanan yoğunluktan vize bir türlü çıkmadı. Son güne geldiğimizde halen çıkmış bir vize yoktu ve biz de artık son gün VFS Global'e gittik durumu anlattık. Gittiğimizde mesai bitimine çok az vardı ve sadece İspanya bölümü açıktı. Oradaki arkadaşlar bize çok yardımcı oldular. Vize aslında çıkmış ancak henüz kendilerine ulaşmamış olduğunu öğrendiler ve isimlerimizi Büyükelçiliğe verdiklerini bizim gidip hemen elden alabileceğimizi söylediler. Böylece son saatlerde elimizde vizemiz yüzümüzde büyük bir gülümseme ile maceramız başladı.
Barcelona gezimiz bir hafta sürdü ve oldukça keyifli geçti. 28 Eylül'de biz oradaydık ve hava gezmek için oldukça müsaitti. Barcelona'ya gitmeden önce telefonlarımıza offline map uygulaması indirmiştik. Bu uygulama oldukça işimize yaradı. Bu şekilde herhangi bir internet ve elde haritaya ihtiyaç duymadan rahatça dolaşabildik.
Barcelona gezimizin ilk gününde otelimize yakın olan ünlü La Ramblas caddesine gittik. Oldukça hareketli bir cadde. Üzerinde çiçekçiler, mağazalar, sokak sanatçılarının olduğu cıvıl cıvıl bir yer ancak insanı boğacak bir kalabalığı da yok (en azından bizim gittiğimiz dönemde öyleydi).
Bu caddenin üzerinde ünlü Boqueria Çarşısı bulunuyor. Gezmesi oldukça keyifli bir yer, insan neye bakacağını şaşırıyor biraz.
Las Ramblas caddesinin sonuna kadar yürüdüğünüzde ise ünlü Colomb heykeli ile karşılaşıyorsunuz. Bizim ilk günümüz bu şekilde yakın çevremizi keşif ile geçti.
Ertesi gün uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra şehir turumuza başladık ilk olarak Catalunya Meydanını gördük ve sonrasında adından sıkça bahsedilen Gothic Quarter'e geçtik. Aslında bu yerler haritadan da görebileceğiniz gibi La Ramblas caddesine çok yakın yerler. Genel olarak şehrin bu kısmını yürüyerek çok keyfili gezebiliyorsunuz. Kaldığımız otelin de buralara yakın olması bizim için oldukça avantajlı oldu diyebilirim. Sonraki günlerde beğendiğimiz bu yerlere yeniden gitme ve daha uzun vakit geçirme imkanını da bulduk böylece.
Gothic Quarter bölgesinde gezdikten, şehrin o güzel dokusuna hayran kaldıktan sonra yürümeye devam ederek Cuitadella Parkına kadar geldik. Burası haftasonu kitabınızı alıp kafa dinlemek için ideal bir yer. Park içerisinde bulunan Cascada Monumental ise çok etkileyici.
Tüm bunların yanında bizim yaptığımız gibi şehrin bu kısımlarını yürüyerek dolaşabileceğiniz gibi bunun dışında metro kullanabilir, bisiklete binebilirsiniz. Bisiklet kiralamak oldukça yaygın. Her yerde bisiklet için ayrılmış özel yollar var ve bu yollar bizdekiler gibi üzerine araç park edilen veya arabaların geçebildiği yollar değil, gerçekten bisikletlilere ayrılmış yollar. Bunun yanında şehrin içinde bir de ortak kullanımlı bisikletler bulunuyor. Bunlar için alınan özel kartlar ile bisikleti bir noktadan alabiliyor ve gideceğiniz yere gidip oradaki en yakın park etme yerine bırakabiliyorsunuz. Benim gibi bir bisiklet sevdalısının bu şehri çok sevmesi için çok büyük bir neden daha işte.
İkinci gün için hedefimiz Park Guell, şansımıza bugün hava biraz yağmurlu ancak tabi ki bizi bu durum pes ettirmiyor ve çıkıyoruz yola. Gaudi Barcelona için çok önemli bir isim, şehirde görülen en önemli yerlerde imzası var. Çılgın dahi bu mimar şehri masalsı bambaşka bir yer haline getirmiş, hayran olmamak elde değil. Bu park da onun eseri. Park şehrin tepesinde böylece şehire yukarıdan bakma imkanı da bulabiliyorsunuz. Bölgeye metro ile gidiliyor sonra neyse ki çıkışta yürüyen merdivenler ile yukarıya rahatlıkla çıkılabiliyor.
Parkın içi harika, gezmesi çok keyifli, bildiğiniz parklara pek benzemiyor. Burada Gaudi'nin bir dönem yaşadığı evi de bulunuyor. Parkı dolaştıktan sonra alt kısımda ünlü ejder heykelinin ve pastadan yapılmış görünümü olan iki evin bulunduğu tam anlamı ile masalsı bir havası olan yere geliyorsunuz. Burada zaman geçirmek cidden çok keyifli. Hem havanın kapalı, biraz da yağmurlu olması sebebi ile hem de dönem dolayısı ile çok kalabalık olmadığı bir dönemde geldiğimiz için şanslıyız.
Gezi önerilerinde zamanınız varsa gidin dedikleri bizim ise iyi ki gittik dediğimiz bir yer Montserrat. Şehre yaklaşık 120 km uzaklıkta tepede yer alan bir manastır ve etrafından oluşan bir bölge. Çok etkileyici bir yerdi. Buraya Tren ile gidiş mevcut, tren durağına gitmek için ise metro hattını kullanabiliyorsunuz. Tren bileti alırken orada görevliler sizi yönlendiriyor. Bizim aldığımı bilet türü tren ile gidiş dönüş, tepeye çıkmak için kullanılan teleferik, ve dönüşte de kullanacağımız metroyu içermekteydi.
Bölgeye vardıktan sonra manastıra çıkan teleferiğe biniyorsunuz ve manastır bölgesini burada gezebiliyorsunuz daha sonra manastırın da yukarısında bulunan bölgeye finiküler ile çıkma olanağınız var. Çıkılan yer muhteşem özellikle yürüyüş severler için. Buraya gidecekseniz mutlaka yürüyüşe uygun bir ayakkabı seçmenizi öneririm.
Yeni günde sonunda güneş bize gülümsedi ve harika bir gün için rotamızı çizdik hedef Montjuic tepesi. Bu tepede Montjuic kalesi ve parkı yer alıyor. Gezmek için çok keyifli bir yer özellikle güzel havada. Tepeye teleferik ile çıkıp kaleyi gezebiliyorsunuz.
Kaleden şehrin görüntüsü tek kelime ile harika. Şehirdeki tüm önemli yerleri buradan görebilmeniz mümkün.
Montjuic tepesinde güzel vakit geçirip buradan çok da uzakta olmayan Placa Espanya'ya yürüyerek geçiyoruz. İstenirse metro ile de gidilebiliyor ancak yürümek bir şehri görmenin bizce en güzel yolu. Bu kısımda görsel sanatlar müzesi ve Magic Fountains bulunuyor. geceleri burada ışıklı gösteri yapılıyormuş ancak biz ne yazık ki yakalayamadık.
Bulunduğumuz yere oldukça yakın olan Pablo Espanyol ise bir sonraki hedefimizdi. Pablo Espanyol 1929 yılında inşa edilmiş bir açık hava müzesi. İspanya'nın farklı yörelerinin değişik mimarilerini sergilemek amacı ile yapılmış 116 bina bulunuyor içinde. İlk yapıldığında 6 aylık sergi sonucunda yıkılması planlanıyormuş ancak gördüğü yoğun ilgiden dolayı kalıcı bir sergi haline gelmiş. İyi ki de öyle olmuş. :) Gezmesi, fotoğraflaması çok keyifli bir yer. Bizim şansımıza o akşam bu bölgede bir müzik festivali varmış gece de bu etkinliğe katıldık. Festivalde Rolling Stones ve AC/DC tribute grupları sahne aldı, çok eğlenceli vakit geçirdik.
Uzaylılar basmış buraları. Yeni güne Gaudi ile başlıyoruz. Gaudi'ye "bize bir ev yap" demişler ve Casa Mila çıkmış ortaya. Cidden her şehrin böyle çılgın mimarlara ihtiyacı var. Dışı ayrı, içi ayrı güzel. Çatısı ise en güzel. :)
Bir sonraki durağımız ise sabahtan gidip öğleden sonra için giriş biletini aldığımız Gaudi'nin en ünlü eseri La Sagrada Familia. Dilerseniz bu bileti internetten de alabiliyorsunuz. Gaudi'nin en uzun süren, hatta hayatının son 16 yılını burada geçirdiği, şehrin de simgesi olan projesi. Ne yazık ki talihsiz bir kaza sonucu öldüğünde henüz tamamlamamış ve inşası halen devam ediyor. Şehrin simgesi olması mevzusunu ise görünce gerçekten anlıyorsunuz. Şehrin önemli noktalarından görebildiğiniz bu yapı ile metro çıkışında bir anda yüzleştiğinizde gerçekten hayrete düşüyorsunuz. Kilisenin dış mimarisinin sizi etkilediği kadar içi de sizi bambaşka bir aleme götürüyor diyebilirim.Sanki pek dünyadan bir yerde değilsiniz izlenimi yaratıyor. :)
Gezimizin son gününde ise artık serbest takılıyoruz. Akvaryuma gidiyoruz, plajları geziyoruz, şehri geziyoruz ancak üzerimize bir hüzün çöküyor :) çünkü biz bu şehri cidden çok seviyoruz. İnsanları, yemekleri, sokakları, hayatı pek güzel geliyor bize. Yaşanılası bir şehir, yeniden gelinesi bir nokta olarak notumuzu alıyor, gezimizden çok da memnun olarak ayrılıyoruz.