05 Ekim 2015

Güzel Şehir Barcelona

Vizemizi son günde ancak alabildiğimiz maceralı bir gidiş oldu bu sefer. Bir ay önce Paris'e gitmek için aldığımız vizenin son günlerini değerlendirmek için Barcelona'ya gitme kararı aldık. Uygun fiyatlı bir de bilet bulunca hemen atladık ancak vizemizin bitiş tarihini yanlış hatırlamamız bize kötü bir süpriz oldu. Neyse ki yeterli zaman olduğu için hemen yeni bir vize başvurusu yaptık. İspanya vizesi için başvuru belgelerini verdiğimizde henüz gidiş için 15 günümüz vardı ancak erasmus dönemi nedeni ile yaşanan yoğunluktan vize bir türlü çıkmadı. Son güne geldiğimizde halen çıkmış bir vize yoktu ve biz de artık son gün VFS Global'e gittik durumu anlattık. Gittiğimizde mesai bitimine çok az vardı ve sadece İspanya bölümü açıktı. Oradaki arkadaşlar bize çok yardımcı oldular. Vize aslında çıkmış ancak henüz kendilerine ulaşmamış olduğunu öğrendiler ve isimlerimizi Büyükelçiliğe verdiklerini bizim gidip hemen elden alabileceğimizi söylediler. Böylece son saatlerde elimizde vizemiz yüzümüzde büyük bir gülümseme ile maceramız başladı.
Barcelona gezimiz bir hafta sürdü ve oldukça keyifli geçti. 28 Eylül'de biz oradaydık ve hava gezmek için oldukça müsaitti. Barcelona'ya gitmeden önce telefonlarımıza offline map uygulaması indirmiştik. Bu uygulama oldukça işimize yaradı. Bu şekilde herhangi bir internet ve elde haritaya ihtiyaç duymadan rahatça dolaşabildik. 
Barcelona gezimizin ilk gününde otelimize yakın olan ünlü La Ramblas caddesine gittik. Oldukça hareketli bir cadde. Üzerinde çiçekçiler, mağazalar, sokak sanatçılarının olduğu cıvıl cıvıl bir yer ancak insanı boğacak bir kalabalığı da yok (en azından bizim gittiğimiz dönemde öyleydi). 
Bu caddenin üzerinde ünlü Boqueria Çarşısı bulunuyor. Gezmesi oldukça keyifli bir yer, insan neye bakacağını şaşırıyor biraz.  
Las Ramblas caddesinin sonuna kadar yürüdüğünüzde ise ünlü Colomb heykeli ile karşılaşıyorsunuz. Bizim ilk günümüz bu şekilde yakın çevremizi keşif ile geçti.
Ertesi gün uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra şehir turumuza başladık ilk olarak Catalunya Meydanını gördük ve sonrasında adından sıkça bahsedilen Gothic Quarter'e geçtik. Aslında bu yerler haritadan da görebileceğiniz gibi La Ramblas caddesine çok yakın yerler. Genel olarak şehrin bu kısmını yürüyerek çok keyfili gezebiliyorsunuz. Kaldığımız otelin de buralara yakın olması bizim için oldukça avantajlı oldu diyebilirim. Sonraki günlerde beğendiğimiz bu yerlere yeniden gitme ve daha uzun vakit geçirme imkanını da bulduk böylece. 
Gothic Quarter bölgesinde gezdikten, şehrin o güzel dokusuna hayran kaldıktan sonra yürümeye devam ederek Cuitadella Parkına kadar geldik. Burası haftasonu kitabınızı alıp kafa dinlemek için ideal bir yer. Park içerisinde bulunan Cascada Monumental ise çok etkileyici. 
Tüm bunların yanında bizim yaptığımız gibi şehrin bu kısımlarını yürüyerek dolaşabileceğiniz gibi bunun dışında metro kullanabilir, bisiklete binebilirsiniz. Bisiklet kiralamak oldukça yaygın. Her yerde bisiklet için ayrılmış özel yollar var ve bu yollar bizdekiler gibi üzerine araç park edilen veya arabaların geçebildiği yollar değil, gerçekten bisikletlilere ayrılmış yollar. Bunun yanında şehrin içinde bir de ortak kullanımlı bisikletler bulunuyor. Bunlar için alınan özel kartlar ile bisikleti bir noktadan alabiliyor ve gideceğiniz yere gidip oradaki en yakın park etme yerine bırakabiliyorsunuz. Benim gibi bir bisiklet sevdalısının bu şehri çok sevmesi için çok büyük bir neden daha işte.
İkinci gün için hedefimiz Park Guell, şansımıza bugün hava biraz yağmurlu ancak tabi ki bizi bu durum pes ettirmiyor ve çıkıyoruz yola. Gaudi Barcelona için çok önemli bir isim, şehirde görülen en önemli yerlerde imzası var. Çılgın dahi bu mimar şehri masalsı bambaşka bir yer haline getirmiş, hayran olmamak elde değil. Bu park da onun eseri. Park şehrin tepesinde böylece şehire yukarıdan bakma imkanı da bulabiliyorsunuz. Bölgeye metro ile gidiliyor sonra neyse ki çıkışta yürüyen merdivenler ile yukarıya rahatlıkla çıkılabiliyor. 
Parkın içi harika, gezmesi çok keyifli, bildiğiniz parklara pek benzemiyor. Burada Gaudi'nin bir dönem yaşadığı evi de bulunuyor. Parkı dolaştıktan sonra alt kısımda ünlü ejder heykelinin ve pastadan yapılmış görünümü olan iki evin bulunduğu tam anlamı ile masalsı bir havası olan yere geliyorsunuz. Burada zaman geçirmek cidden çok keyifli. Hem havanın kapalı, biraz da yağmurlu olması sebebi ile hem de dönem dolayısı ile çok kalabalık olmadığı bir dönemde geldiğimiz için şanslıyız.
Gezi önerilerinde zamanınız varsa gidin dedikleri bizim ise iyi ki gittik dediğimiz bir yer Montserrat. Şehre yaklaşık 120 km uzaklıkta tepede yer alan bir manastır ve etrafından oluşan bir bölge. Çok etkileyici bir yerdi. Buraya Tren ile gidiş mevcut, tren durağına gitmek için ise metro hattını kullanabiliyorsunuz. Tren bileti alırken orada görevliler sizi yönlendiriyor. Bizim aldığımı bilet türü tren ile gidiş dönüş, tepeye çıkmak için kullanılan teleferik, ve dönüşte de kullanacağımız metroyu içermekteydi.
Bölgeye vardıktan sonra manastıra çıkan teleferiğe biniyorsunuz ve manastır bölgesini burada gezebiliyorsunuz daha sonra manastırın da yukarısında bulunan bölgeye finiküler ile çıkma olanağınız var. Çıkılan yer muhteşem özellikle yürüyüş severler için. Buraya gidecekseniz mutlaka yürüyüşe uygun bir ayakkabı seçmenizi öneririm. 
Yeni günde sonunda güneş bize gülümsedi ve harika bir gün için rotamızı çizdik hedef Montjuic tepesi. Bu tepede Montjuic kalesi ve parkı yer alıyor. Gezmek için çok keyifli bir yer özellikle güzel havada. Tepeye teleferik ile çıkıp kaleyi gezebiliyorsunuz. 
Kaleden şehrin görüntüsü tek kelime ile harika. Şehirdeki tüm önemli yerleri buradan görebilmeniz mümkün. 
Montjuic tepesinde güzel vakit geçirip buradan çok da uzakta olmayan Placa Espanya'ya yürüyerek geçiyoruz. İstenirse metro ile de gidilebiliyor ancak yürümek bir şehri görmenin bizce en güzel yolu. Bu kısımda görsel sanatlar müzesi ve Magic Fountains bulunuyor. geceleri burada ışıklı gösteri yapılıyormuş ancak biz ne yazık ki yakalayamadık. 
Bulunduğumuz yere oldukça yakın olan  Pablo Espanyol ise bir sonraki hedefimizdi. Pablo Espanyol 1929 yılında inşa edilmiş bir açık hava müzesi. İspanya'nın farklı yörelerinin değişik mimarilerini sergilemek amacı ile yapılmış 116  bina bulunuyor içinde. İlk yapıldığında 6 aylık sergi sonucunda yıkılması planlanıyormuş ancak gördüğü yoğun ilgiden dolayı kalıcı bir sergi haline gelmiş. İyi ki de öyle olmuş. :) Gezmesi, fotoğraflaması çok keyifli bir yer. Bizim şansımıza o akşam bu bölgede bir müzik festivali varmış gece de bu etkinliğe katıldık. Festivalde Rolling Stones ve AC/DC tribute grupları sahne aldı, çok eğlenceli vakit geçirdik. 
Uzaylılar basmış buraları. Yeni güne Gaudi ile başlıyoruz. Gaudi'ye "bize bir ev yap" demişler ve Casa Mila çıkmış ortaya. Cidden her şehrin böyle çılgın mimarlara ihtiyacı var. Dışı ayrı, içi ayrı güzel. Çatısı ise en güzel. :)
Bir sonraki durağımız ise sabahtan gidip öğleden sonra için giriş biletini aldığımız Gaudi'nin en ünlü eseri La Sagrada Familia. Dilerseniz bu bileti internetten de alabiliyorsunuz. Gaudi'nin en uzun süren, hatta hayatının son 16 yılını burada geçirdiği, şehrin de simgesi olan projesi. Ne yazık ki talihsiz bir kaza sonucu öldüğünde henüz tamamlamamış ve inşası halen devam ediyor. Şehrin simgesi olması mevzusunu ise görünce gerçekten anlıyorsunuz. Şehrin önemli noktalarından görebildiğiniz bu yapı ile metro çıkışında bir anda yüzleştiğinizde gerçekten hayrete düşüyorsunuz. Kilisenin dış mimarisinin sizi etkilediği kadar içi de sizi bambaşka bir aleme götürüyor diyebilirim.Sanki pek dünyadan bir yerde değilsiniz izlenimi yaratıyor. :)
Gezimizin son gününde ise artık serbest takılıyoruz. Akvaryuma gidiyoruz, plajları geziyoruz, şehri geziyoruz ancak üzerimize bir hüzün çöküyor :) çünkü biz bu şehri cidden çok seviyoruz. İnsanları, yemekleri, sokakları, hayatı pek güzel geliyor bize. Yaşanılası bir şehir, yeniden gelinesi bir nokta olarak notumuzu alıyor, gezimizden çok da memnun olarak ayrılıyoruz. 

27 Mayıs 2015

Paris Gezisi


Arkadaşlarımız Kevser ve Yasin ile birlikte sekiz günlük çok keyifli, dolu dolu bir Paris gezisi yaptık. Başlarda tüm tatilimizi Paris'de geçirmek uzunmuş gibi geldi ancak şehirde o kadar fazla görülmesi gereken yer vardı ki gezimizin sonunda iyi ki sadece Paris'e gitmişiz dedik.

Paris'de konaklama işini airbnb üzerinden hallettik. Kaldığımız yerden de, ev sahibinden de çok memnun kaldık. Ev sahibemiz bize gidilmesi gereken yerlere nasıl ulaşabileceğimizi, nereden alışveriş yapabileceğimizi, metro ve otobüs duraklarının yerlerini, nasıl taksi ayarlayabileceğimizi, yani ilk gidişte gerekli olan her şeyi bizi evde karşıladığında tek tek anlattı ve Paris maceramız başladı. 
İlk gün yol yorgunluğumuz olsa da yerleştikten hemen sonra kendimizi dışarı attık ve öncelikli olarak Champs-Elysees'e gittik. Orada biraz dolaştıktan sonra Champs-Elysees'in başında bulunan Zafer Takı'nı gördük ve yürümeye devam ederek Seine nehrine ulaşarak ilk güneşimizi buradan batırdık. En sonunda kalan son enerjimizle Eyfel Kulesine doğru yürüdük ve kuleyi ilk kez gece görmüş olduk. Harika ışıklandırması ile çok etkileyici göründüğünü söyleyebilirim. 
İkinci günümüzde sabah kaldığımız yerin hemen yanında kurulan pazara gittik ve kahvaltı alışverişimizi buradan yaptık. Baget ve kuruvasanlarımızı alıp eve doğru giderken bir Türk olarak bagetlerin ucundan koparmasak olmazdı. Bu arada kuruvasanlar bir harikaydı, doymadım doyamadım diyorum. :) 
Kahvaltımızın ardından sıkı yürüyüşlü ve gezmeli bir gün bizi bekliyordu. Sırası ile Moulin Rouge, Sacre Coeur, Montmatre Mezarlığı, Dali Müzesi ve Concorde Meydanı'na gittik. İçlerinden özellikle Dali Müzesi benim için çok keyifliydi.
Günün akşamında ise Kevser'in ayarladığı keyifli bir planımız vardı. Olivier Giraud'un "How to Become Parisian in One Hour?" isimli tek kişilik şovuna gittik. Paris'lileri ve Paris'e gelen turistleri anlatan çok eğlenceli bir gösteriydi.

Gösterinin ardından da Seine Nehri'ne doğru gidip güneşi yine güzelce batırmayı, aşkımızı da köprüye kilitlemeyi ihmal etmedik. Bu gezinin en hoşuma giden taraflarından biri de Paris'de güneşin Türkiye'ye göre oldukça geç batmasıydı. Bugünlerde bizde saat 20:00 civarı güneş batarken orada 21:40 gibi batıyor ve bu sayede gündüz gözü ile yapılacak bir çok aktiviteyi rahatça sığdırabiliyorsunuz. 
Ve artık üçüncü günde Eyfel Kulesi'ni gündüz gözü ile görmenin zamanı gelmişti. Eyfel kulesine gitmek görmek çevresinde dolaşmak çok güzel ancak yukarısına çıkmak bana göre tam bir işkence. İki bilet satılıyor, birincisi ilk kata, ikincisi ise en tepesine çıkış için.İlk kata çıkılır ama daha yukarısına gerek yok, neden derseniz çok sıra bekleniyor. İlk kata çıkan asansöre binmek için hatırı sayılır bir süre bekledik ve çıktık, manzara gayet güzeldi ama şansımıza hava çok serin ve rüzgarlıydı. İkinci kata yani tepeye çıkmak için yeniden sıraya girdik. Sırada bir saate yakın bekledik. Çıktığımızda yorgunluktan ve üşümüş olmaktan epey canımız sıkılmıştı. Yukarısı güzel, manzarayı daha da yukarıdan görüyorsunuz ama dediğim gibi gerek yok. :)
Eyfel Kulesi macerasından sonra Seine Nehri'nde gezinti yapan teknelerden birine atladık. Bu kısım çok güzeldi. Hem ısındık, hem de oturarak gezmenin ve güneşin keyfini çıkardık. Tekne yanından geçilen yerlere ait bilgi verilmesi de gezinin artısıydı. 
Sıra geldi Notre Dame, evet gez gez bitmiyor bu şehir dediğim gibi. :) Bu katedral gerçekten çok etkileyici, kesinlikle görülmesi gereken yerlerin başında.Yapımı yıllar boyunca sürmüş, ilk inşası 1160'larda başlıyor ve 1800'lere kadar farklı eklentiler ile günümüzdeki halini alıyor. 
Ve geldik dördüncü güne, yani Salı gününe. Neden özellikle Salı diyorum, çünkü Salı günleri Louvre müzesi kapalı planınızı ona göre yapın. :) Planımız Louvre'a gitmekti ama kapalı olduğunu görüce hemen yeni bir plan ile D'orsay Müzesine gittik. Paris'de müze gezmek isteyip de gezemeyecek değiliz herhalde, şehirde 60'ın üzerinde müze varmış siz düşünün. :) 
Çok keyifliydi gezmesi, beni sabah bırakın akşama alın buradan öyle bir yer, zaten öyle de yaptık, akşama kadar gezdik. Van Gogh eserlerini dünya gözü ile gördük ve müzeyi kapatıp çıktık. 
Beşinci günümüzün ilk durağı ise bir modern sanat müzesi olan Centre Pompidou oldu. 
Öğleden sonra ise Picasso'nun 5000'i aşkın eserinin yer aldığı Picasso Müzesi'ne gittik. Böylece Dali ve Van Gogh ardından Picasso'nun eserlerini de dünya gözü ile görmüş olduk. :)
Altıncı gün ekip olarak artık oldukça yorgun hissettiğimiz için biraz daha düşük bir tempoya geçtik ve tek bir plan yaparak sadece "Cite des Sciences et de I'Industrie" Bilim Müzesi'ne gittik. 
Bu müze içinde bir çok farklı bilim kolları hakkında bölümler bulunuyor. Yaşlısından gencine herkesin ziyaret ettiği bu müze insana bilimin kapılarını açıyor, bilgi veriyor, deneyler yaptırıyor, öğretiyor ve bu sırada çok keyifli vakit geçirtiyor, en azından bizim için öyle oldu. 
Yedinci gün çocuklar gibi şendik, en eğlenceli günümüzdü çünkü Disneyland'e gittik. Şansımıza hava da süper oldu. 
Daha önce Los Angeles'da Hollywood Studios'a gitmiştik ve çok eğlenmiştik, hatta Deniz ile birlikte geçirdiğimiz en güzel gün diye arada hatırlarız. Buradaki Disneyland oraya göre teknoloji açısından biraz eski ve o kadar güncel de değil ama yine de çok eğlenceli. İnsanın mutlu olması için ortamda bulunmak bile yetiyor o derece yani, en azından bizim gibi biraz çocuk ruhlu olanlar için. :) 
Geldik son güne. Son günümüzü sadece Louvre müzesine ayırdık. Çok güzel bir müzeydi tabi ki bir günde her yeri gezmek mümkün olmuyor, tavsiyem görmek istediğiniz öncelikli alanları belirleyip ona göre gezmeniz iyi olacaktır. 
Louvre'dan çıktıktan sonra Seine nehri etrafında dolaştık. Şehrin dokusu çok güzel. Nehrin etrafındaki tüm binalar bölgenin konseptini tamamlayan bir bütünün parçası gibi. Akşam vakitlerinde genelde burada insanlar oturup birlikte vakit geçiriyorlar, oldukça romantik olduğunu söyleyebilirim.:)  

Bizim gezimiz böyleydi, dopdolu ve arkadaşlarımız ile çok keyifli geçti. Paris'i yeniden gitmeyi, görmeyi, belki daha sakin gezmeyi isteyeceğim bir şehir olarak yazdım bir kenara.

24 Mart 2014

San Francisco Gezisi

San Francisco'da 25-29 Mart tarihlerinde düzenlenen GDC(Game Developers Conference) fuarına katılmak için düştük yollara ve 10 günlük bir Amerika gezisi gerçekleştirdik. Öncelikle San Francisco sonra kiraladığımız araba ile geçtiğimiz Los Angeles gezisi ile çok eğlenceli günler geçirdik.
Gidiş yolculuğumuzu Lufthansa ile yaptık. Sabah 6 uçağı ile önce Münih'e daha sonra 8 saatlik bir beklemenin ardından da ilk hedefimiz olan San Francisco'ya doğru yola çıktık. Ancak yola çıkmadan hemen önce planlarımızda ufak çaplı bir değişiklik yapmak durumunda kaldık. Biz geleneksel bir yaklaşım ile SF'da ulaşımımızı araba kiralayıp hallederiz diye düşünmüştük ama bu konuda son ana kadar yeterince araştırma yapmamıştık. Yola çıkmadan önce valizlerimizi kapatırken Deniz yaptığı kısa bir araştırma ile şehirde park sorunun olduğunu ve şehri gezebilmenin arabasız da halledilebileceğini öğrenince araba kiralama işinden vazgeçtik ama bu da yeni bir soruna yola açtı. Araba kiralama fikri ile oteli şehir merkezine uzak bir yerde ayarlamıştık ve şimdi arabasız olacaksak şehir merkezine yakın bir otel bulmamız gerekiyordu. Otel rezervasyon iptali ve yeni otel ayarlama işlemlerini son dakika hallettikten sonra artık yola çıkmak için hazırdık.
Uzun ve yorucu bir yolculuk ardından gece otelimize ulaştık ve sabaha kadar deliksiz bir uyku çektik. Böylece jet lag olayı bize uğramadan geçti. GDC öncesi iki günü kendimize ayırıp şehri gezmeyi planlamıştık ve ilk gün sabahın erken saatlerinde yeni bir şehrin keşif heyecanı ile dinç bir şekilde uyandık.
Kuruvasanlı ilginç kahvaltımızı yaptıktan sonra çevreye şöyle bakınmak için yola çıktık, çıkış o çıkış gün bitimine kadar şehri gezdik. Şansımıza hava da çok güzeldi. Otelden harita aldık ve şehri turlamaya başladık ve şehrin çoğunu birinci günde gezebildik diyebilirim.
Pier 39'a geldiğimizde şehir turu yapan otobüslere bindik. Şehri otobüsün üst katında açık havadan görmek oldukça keyifli oldu tur sonunda da Golden Gate'den geçtik ve ilk günü bol keşifli bir şekilde noktaladık. Sonraki gün bu yaz iş dolayısı ile SF'ya taşınan arkadaşlarımız Harun ve Ceyda ile buluştuk. Beraber çok güzel vakit geçirdik. 
San Francisco'ya giderseniz ve doğa yürüyüşünü sevenlerdenseniz Golden Gate Park'a uğramadan gelmeyin. Şehrin içinde bu kadar büyük, böylesine bakımlı ve kocaman türlü türlü ağaçları görmek kadar insana iyi gelen bir şey olamaz. İçerisinde çok güzel düzenlenmiş özel bahçeleri görme imkanı da bulunuyor. 
Golden Gate Parkın sonuna kadar yürüdüğünüzde Pasifik Okyanusuna ulaşılıyor tabi ki oralara kadar gitmişken buz gibi Pasifik sularına ayak değmeden gelmedik.
San Francisco günlerimiz bittikten sonra araba kiraladık ve Los Angeles'a doğru yola çıktık.